Müzik

Türkiye’de yıldız üretim makinesi bozuldu mu?

Türkiye’nin yıldız üretim makinesi gerçekten bozuldu mu, yoksa yıldız dediğimiz şeyin anlamı mı değişti?
Batıkan Baksı - 17 Temmuz 2025
post image

Bir zamanlar bir albüm çıktığında kasetçilerin önünde kuyruklar uzar, herkes aynı klibi izler, aynı yıldızdan söz ederdi. Tarkan dans ederken bir nesil kıpırdanır, Sezen bir söz yazdığında ülkenin ruh hâli değişirdi. Müzik yalnızca bir eğlence değil; kolektif bir hafıza, bir duygudaşlık alanıydı. Bugünse şarkılar saniyeler içinde dinlenip unutuluyor, sanatçılar algoritmaların içinde kayboluyor. Peki ne değişti? Neden artık yıldız çıkmıyor? Türkiye’nin yıldız üretim makinesi gerçekten bozuldu mu, yoksa yıldız dediğimiz şeyin anlamı mı değişti?

Nilüfer’in 1992 yılında Onno Tunç prodüktörlüğünde çıkardığı 90’lara damga vuran albümü “Yine Yeni Yeniden”in giriş şarkısı “Şov Yapma”; Aysel Gürel’in yazdığı “nereden çıktı bu ‘süper’ler?” sözüyle özellikle 90’ların star kavramını kolayca özetliyordu. Bir önceki jenerasyonun yıldızları başarı merdivenlerini bir bir tırmanırken, kendilerinden sonra gelen nesilde ışık gördükleri isimleri parlatıyor; bu ustaların yanında yetişen müzisyenlerin yanında bir diğer tabirle sabah erken uyanıp Unkapanı’na giden müzisyenler kendisine albüm çıkarabiliyordu. Bundandır ki dönemin albüm külliyatına baktığımızda, bugün adını bile hatırlamadığımız sayısız ismin kaset ve CD’lerine rastlamak mümkün. Megastar, süperstar, diva gibi lakapların havada uçuştuğu bu dönemden günümüze gelecek olursak da artık bu ölçekte bir yıldızın oluşma ihtimali çok düşük. Evet ünlü olmak eskiye göre daha kolay ancak halkın gözünde “yıldız” olmak neredeyse imkânsız. Peki ne oldu da yıldız üretim makinesi teklemeye başladı ve fabrika neden artık eskisi gibi “mega, süper, ultra star vs.” üretemez oldu? Bu soruya şimdi birlikte cevap arayacağız.

Bugün yeni bir Tarkan gelse ona ne derdik?

Özellikle 90’larda bir albüm kapağında gördüğümüz ya da televizyonda performansını izlediğimiz bir sanatçı yalnızca bir gecede Türkiye’nin gündemine oturabilirdi. Çünkü Türkiye’de müzik bugün olduğu gibi yalnızca dinlenen bir olgu olmaktan uzaktı. İnsanlar müziği yaşıyor, her yeni çıkan ismi altın bulmuşçasına bir heyecanla bağrına basıyordu. Bu da bir sanatçının yeni albüm çıkarmasıyla tüm ülke genelinde bir kültürel olaya dönüşmesine sebep oluyordu. Tarkan’ın hit bir şarkıyla arabalara girmesi, Sezen Aksu’nun metaforik bir sözü, Barış Manço’nun bir gülüşü, Kenan Doğulu’nun “güneş kolyesi”, Ajda Pekkan’ın ikonik saç stilleri… Bunlar basit bir müzik aşkıyla anlatılabilecek şeyler değildi. 1992 yılına kadar popüler kültürde çok da rastlanmamış söz öbeği olan “Kıl oldum abi” ile halkın karşısına çıktığında Tarkan gerek hareketleri gerekse de kıyafetleriyle büyük bir tepki toplamıştı. Ancak buna rağmen halk, Tarkan’ın bu duruşundan etkilenmişti. Çünkü Tarkan, yalnızca bir şarkıyla çıkmamıştı toplumun karşısına. O; saç modeli, dansı, klip estetiği, röportajları, sahnedeki hakimiyetiyle bir fenomen olmak için adım atmıştı müzik dünyasına ve bu fenomenlik bir kuşağın tüketim anlayışını da değiştirdi. Burada düşünmemiz gereken soru ise bugün aynı ölçekte bir genç sanatçının benzer bir yaratıcılıkla ortaya çıkması sonucunda onu aynı coşkuyla karşılayıp karşılamayacağımız. Kabul etmemiz gerekiyor ki bugün o dönemdeki gibi “yükselmeyi birlikte izleyen bir toplum” yok çünkü bugünün sosyal medya algoritmaları herkesi kendi yankı odasına hapsediyor. Bugün yeni bir Tarkan gelse onun klibini TV’den değil TikTok’tan izleyeceğiz ve emin olun, onu parlatmaya çalışmak yerine yorumlarımızla aşağı çekmeye çalışacağız. Bu yüzden yeni bir Tarkan’ın çıkacağı varsa da çıkmak konusunda epey tereddütlü olsa gerek.

90’lar ve 2000’lerde “yıldız olmanın” anlamı neydi?

Yazının da başında dediğim gibi bugün “ünlü” olmak kolay çünkü artık videonuzun milyon izlenmesiyle insanlar tarafından bilinirliğiniz de hızla artabilir. Ancak “yıldız olmak” ünlü olmaktan çok daha fazlası. Özellikle 90’larda ve 2000’lerin başında yıldızlık, sadece şarkı söyleyip tanınmak değil; kültürel bir ikona dönüşmekti. O dönemin yıldızları sadece sahnede değil; hayatın her yerindeydiler. Ama aynı zamanda gizemlerini de koruyorlardı. Sezen Aksu’nun o anlatmakla bitirilemeyen klanını düşünün, herkes tarafından bilinen ancak iç dünyasının pek de ortaya çıkmadığı bir oluşum da halk tarafından ne kadar ilgiyle karşılanıyordu değil mi? Yani dönemin yıldızları; aslında halka yakındılar ama ulaşılamazdılar, samimiydiler ama olağanüstü de bir hayatları vardı. 90’ların başından itibaren tek kanallı TRT dönemi bitmişti; Kral TV, Show TV, Kanal D gibi özel kanalların yanında Blue Jean, Hey, Roll, Aktüel gibi yayınlar da sektörün nabzını tutardı ve dolayısıyla herkesin eriştiği kaynaklar da aynı olduğu için kolektif bir gündem yaratılırdı. Böylece herkes aynı yıldızları tanıyordu ve bu tanışıklık dönemin yıldızlarının ışığını daha da büyütüyordu. Bir şarkının ne kadar dinlendiğinden çok ne kadar hatırlandığının önemli olduğunu kanıksıyor ve bir sanatçının kaç takipçisi olduğundan ziyade o ismin kaç kişinin hayatına değdiği asıl yıldızlık kriterinin olduğunu biliyoruz. Önceleri bir şarkıya “bizim şarkımız” derken bugün “biraz tanıdık geldi ama adı neydi ya?” diyoruz. Kolektif hafıza ancak tekrarlarla, ritüellerle ve ortak deneyimlerle oluşur. Bugünün kültüründe ise buna yer yok, dün konuştuğumuz şarkıcıyı yarın unutuyoruz ancak yıldız olmak için de hafızada kalmak gerekiyor.

Bugün yıldız neden çıkmıyor?

Bugün sokakta kulaklık takan birine ne dinlediğini sorsanız; büyük ihtimalle size YouTube Music, Spotify ya da TikTok algoritmasının önerdiği bir şarkıdan bahsedecektir. Bu şarkılar listelerde zirveye oynayıp sosyal medya üzerinden milyonlara ulaşabiliyor olsa da bu şarkıları söyleyen isimler, görünür olabildiği kadarıyla akıllarda kalabiliyor. Medyanın parçalı olması bunda en büyük etkenlerden biri. YouTube, Spotify, TikTok, Instagram, Twitter, dijital radyolar, podcast’lar… Bu mecraların içinde yer alan popülasyon, kendi algoritmasında yaşıyor ve kimse aynı şeyi aynı anda izlemiyor. Bu da bir sanatçının ulusal düzeyde kolektif hafızaya kazınmasını zorlaştırıyor. Bir sanatçı TikTok’ta çok büyük kitlelere ulaşılabiliyor ama aynı kişi hiç televizyona çıkmadığı için sadece TikTok kitlesiyle sınırlı kalabiliyor. Bu parçalanmışlık da yıldız olmanın en temel koşulu olan “herkesçe bilinirlik” duygusunu yok ediyor. Selvi Boylum Al Yazmalım’ın unutulmayan repliği “Sevgi neydi? Sevgi emekti” de bu konuda verilebilecek en iyi örneklerden. Bunu neden söylediğimi muhtemelen merak ediyorsunuzdur, hemen açıklık getireyim. Yıldız olmak iz bırakmak demek. İz bırakmaksa zamanla olabilecek bir şey. Ama bugün kimsenin herhangi bir şeye zaman ayırma gibi bir lüksü yok ve bu doğrultuda zaman ayıramadığı bir şeye emek de veremiyor insanlar. Bugünün fan kulüpleri bile artık bireysel. Eskiden fan kulüpleri, bir yıldızın topluma yayılması için çok büyük görevler üstlenirken artık fanlar sadece konserlere giderek sevgilerini gösteren “fanatik” dinleyiciler. Bu hız ve bireysellik de derinleşmeyi, bağ kurmayı ve sadakati engelliyor. Sanatçının dünyasını tanımadan, ne anlattığını dinlemeden sadece hit bir şarkı söylediği için dinleniliyor. Hâlbuki yıldızlar; zamanla sevilir, zamanla tanınır, zamanla anlaşılır ve hayatımıza yine zamanla yerleşir. Bilin bakalım bugün ne yok?

Gizem kalktı, artık herkes ulaşılabilir

Yıldız deyince akıllara gelen ilk şeylerden biri de ulaşılmazlık. Bir müzik kanalının (ki biraz sonra buraya detaylı bakacağız) başında saatlerce oturup sevdiğimiz yıldızın klibinin çıkması için beklediğimiz günleri hatırlayın. Ya da bir gece kuşağı programında canlı canlı izleyip belki de telefonla bağlanarak o yıldızla 1 dk bile olsa konuşabilme şansı kovaladığınızı. Bugün bu ulaşılmazlık yok çünkü günümüzdeki popüler isimler aynı zamanda bir influencer görevi de gördüğünden biz onların nerede, ne zaman ve ne yaptığını anında görebiliyoruz. 90’larda Sezen Aksu bir röportaj verdiğinde olay olurdu, Teoman susunca gizemi katlanarak artardı, Tarkan birkaç ay ortadan kaybolduğunda kimse onun nerede olduğunu bilemezdi bile. Bugünse az önce söylediğim gibi bir sanatçıya ulaşmak çok kolay. Instagram DM’i, Twitter mention’ı, TikTok yorumu… Her sanatçı her an çevrim içi. Bu erişilebilirlik bir yandan samimiyet yaratıyor gibi görünse de aslında aurayı da yok ediyor. Biliyoruz ki uzakta olan hayranlık uyandırır, her an ulaşılabilen kişilerse sıradanlaşır ve yıldızlık sıradanlığın karşıtı olmak demektir.

Kral TV, nasıl yıldız üretiyordu?

90’lar ve 2000’ler deyince akla gelen ilk müzik kanallarından birisi de şüphesiz ki Kral TV. Tartışmalarını bir kenara bırakacak olursak Türkiye’nin ilk müzik kanalı vasfını da taşımasının yanında ülkede müzikle uğraşan birinin yolu Kral TV’den geçmek zorundaydı. Çünkü bu kanal sadece bir müzik televizyonu değil, yıldız olmanın da anahtarıydı. O dönem “Kral TV’de klibim çıktı” ifadesini kullanmak; profesyonelliğin ve büyüklüğün de göstergesiydi. Çünkü klip çekmek pahalıydı, Kral TV’ye girmek zordu ama orada tutunmak daha da zordu. Dolayısıyla Kral TV’de yayına alınmak, halkın gözünde de otomatik olarak kalite, yatırım ve değer algısı da yaratıyordu. Yayın kuşakları, TOP 10-20 listeleri, Kral TV Video Müzik Ödülleri ve gece kuşağındaki kült programlar sayesinde sanatçılar, ekranlarda büyürken seyircisiyle bağ da kuruyordu. Ayrıca bu sayede sadece sanatçılar değil, klip yönetmenleri de parlıyordu. Nihat Odabaşı gibi isimler yalnızca kamera arkasında değil, medyada da figürleşiyordu. Bir klibin, Kral TV’de dönmesi bir sanatçının kariyeri için başlangıç ziliydi ve bu görünürlük beraberinde; turne organizasyonlarını, kaset ve CD satışlarının artmasını, TV programı davetleri ve dergi röportajlarını, reklam ve sponsorluk tekliflerini getiriyordu. Ancak bu sürecin arkasında tabii ki endüstriyel bir organizasyon vardı. Yapım şirketleri, prodüktörler, PR ajansları, klip yönetmenleri, dağıtımcılar ve medya patronları; hepsi bir ekosistemin parçasıydı ve bu ekosistemde yıldızları adım adım inşa ederdi. Yani Tarkan’ın “Kıl Oldum” ile çıkış yapması, ardından “Aacayipsin” albümüyle büyümesi ve nihayetinde “Karma” ile ikonlaşması; Hande Yener’in poptan elektroniğe geçiş süreci gibi gelişmeler bu sistematik inşanın da ürünleriydi.

Hafızaya değil akışa oynanan bir çağdayız!

İsteyen ve imkânı olan her müzisyen bugün bir gecede viral olup milyonlarca dinlenmeye ulaşılabilir. Ama bu, onları yıldız yapmaya yetmiyor. Yıldız olmak bir dünya kurmakla ilgili olduğu için 90’larda ve erken 2000’lerde bu dünya kliplerle, sahnedeki duruşla, albüm kitapçıklarıyla ve röportajlarla adım adım kurulurdu. Bugünse müzisyenlere bu “kurulum süresi” tanınmıyor. Bir TikTok kullanıcısı, o an hoşuna giden bir müziği like’layıp geçebilir ama o sanatçıya dair de çoğu zaman bir bağ kurmaz. Yıldızlığın yolu ise sadece parlamaktan değil, parladıktan sonra da orada kalabilmekten geçiyor. Yani günümüzde çoğu isim yıldız değil hit sahibi oluyor. Aradaki fark çok büyük. Teknoloji, medya, izleyici alışkanlıkları ve sektör yapısı aynı anda değişti; herkes göz önünde ama kimse büyük yıldızlar gibi akılda kalmıyor.

Bu yüzden yeni bir Tarkan, yeni bir Sezen, yeni bir Teoman neden çıkmıyor diye soracağımıza bu soruyu şöyle sormamız gerekiyor: “Yeni bir yıldızı taşıyacak ‘sistem’ kaldı mı?

İlgili Yazılar
Development by Bom Ajans