Müzik dinlemeyi seviyorsak, kendimizi radyodan ayrı tutmamız da beklenemez bence. Türkiye’de neredeyse 100 yıla yaklaşan radyoculuk serüveni içinde neler yaşandığına hızlıca bir göz atsak nasıl olur?
Batıkan BAKSI / [email protected]
“Yıl olmuş 2023, hala radyo mu dinliyorsun?” diyenlere gereken tepkiyi verenlerle bu yazıda buluşmaya karar verdim. Evet, yıl olmuş 2023, biz bugün bile radyo dinliyoruz. Çünkü radyo, yeni şarkılar keşfetmek için bana göre en güzel kaynaklardan biri. Mesela ben genelde TRT Radyo 3’ü dinlemeyi çok seviyorum. Frekansta gün boyunca çalan caz, blues, rock ve metal şarkılarına inanamayabilirsiniz ama şimdiye kadar o kadar farklı türde yeni şarkı keşfettim ki listelerim bugüne kadar hep bayram etti. Genelde telefonumdan açtığım Shazam üzerinden arattığım şarkıları Spotify ya da Apple Music listelerime kaydetmeye bayılıyorum radyo dinlerken.
Kimileri radyoyu uzun süren trafik sırasında dinlemeyi seviyor, kimisi de günün yorgunluğunun ardından evde dinlenirken “chill” seansları sırasında. Tabii radyoculuk da dünya genelinde yayına ilk başladığı 1907 tarihinden bu zamana kadar çok büyük değişimlere uğradı. Küçükken dinlediğim lambalı radyoları hatırlıyorum da (100 yaşında değilim tabii ki eheh.) o zamanki “hışır hışır” ses çıkaran radyoculuktan cam gibi ses alabildiğimiz zamanlara ulaştık. Bunda tabii ki internet yayıncılığının da çok büyük katkısı var, nitekim sadece internet üzerinden dinleyicisiyle buluşan radyoları da unutmamak lazım. Hatta önceleri sadece devasa stüdyolardan sürdürülen radyo yayıncılığı bugün evden bile yapılabiliyor ve herkes kendi radyosunun DJ’i olabiliyor. Peki radyoculuk günümüzde hala rağbet görürken Türkiye’de radyoculuğun nasıl geliştiğini, nereden nereye geldiğini hiç düşündünüz mü? Haydi gelin, ülkenin radyoculuk serüvenine kısa bir bakış atalım!
96 yıllık bir serüven başlıyor…
Türkiye’nin radyoculuk hikayesi aslında dünyadaki örneklerinden çok da geç başlamış değil. Yukarıda demiştim ya “dünya genelinde 1907 yılında yapılan ilk yayın” diye, 1910 yılında Amerika’da başlayan müzik yayınıyla aslında radyo, yavaş yavaş bir eğlence aracına da dönüşüyordu. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte yenilikleri de topluma katmak için yayıncılık faaliyetlerini de hızlandırmıştı ki aslında radyoculuğun ilk denemeleri de 1923 yılının Mart ayında yapılmaya başlamıştı. Fransızların hediye ettiği telsiz ile yapılan bu denemeler başarısız olunca ülkenin radyo ile tanışması 4 sene daha bekleyecekti. 1925 yılında Sedat Nuri Bey’in kurduğu bir şirket, radyo yayını yapmak için gerekli maddi imkana sahip olmadığı için Celal Bayar’dan destek istemiş ve aynı zamanda bu işten anlayan telsiz uzmanı Hayrettin Bey ile iletişim kurmuştu. Türkiye’de müzik ve eğlencenin oldukça ilgi gördüğünü bilen Hayrettin Bey, gerekli tüm ekipmanı Atatürk ile buluşturmak için Orman Çiftliği’ne götürüp, frekans ararken Rus radyosu ile karşılaştıklarında Atatürk, bu sistemin bir propaganda aracı olabileceğini düşünmüştü ve bunu Türkiye’deki yenilikleri aktarmak için kullanabileceklerini dile getirip gerekli tüm hazırlıkların yapılması talimatını vermişti.
“Alo, alo. Muhterem samiin, burası İstanbul Telsiz Telefonu…”
Tarihler 1927 yılının 6 Mayıs’ını gösterdiğinde Türkiye’nin radyo tarihi için çok önemli bir gün yaşanıyordu. Sirkeci’deki“Büyük Postane”nin bodrum katında kurulan bir sistemle başlayan ilk radyo yayını, radyoculuğun İstanbul’daki ve Türkiye’deki ilk örneği olmuştu. Eşref Şefik’in mikrofon başına geçip “Alo, alo. Muhterem samiin (dinleyiciler) burası İstanbul Telsiz Telefonu…” diye konuşmaya başladığında 100 yıla yakın bir tarihin işaret fişeği de verilmişti. Tabii o zamanlarda kimsenin evinde radyo alıcısı olmadığı için Büyük Postane’nin dışına yerleştirilen koca hoparlörler aracılığıyla İstanbul halkına her akşam yayın yapılıyor, sokaklar radyonun şenliğiyle yankılanıyordu. Yalnızca 5 saat boyunca yayın yapan radyo, haber ve müzik ağırlıklı yayınlar yapıyordu. “Telsiz Telefon Stüdyo Alaturka Musiki Heyeti” ve “Telsiz Telefon Stüdyo Orkestrası”nın çaldığı müzikler sırasında çok önemli isimler de yer alıyordu. İstanbul Radyosu’nun yayına başlamasından yalnızca 6 ay kadar sonra Ankara Radyosu’nun da yayına başlamasıyla radyo, bilinirliğini arttırmıştı.
Radyoda Türk Müziği yasaklanıyor…
İlk olarak buna yasak demek ne kadar doğru bilmiyorum. Ancak genel olarak kaynaklarda “Türk müziğinin yasaklanması” olarak geçiyor. Atatürk’ün 1934 yılında yaptığı bir konuşmada Türk Müziği’ni dünya genelinde daha iyi temsil edebilmenin hangi yollardan geçeceğini anlatmasının üzerine lafını yanlış anlayan yetkililerin radyoda yalnızca Batı Müziği çalınmasının emrini vermeleri 2 yıl boyunca yerli melodilerin çalınmasının önüne geçmişti. O dönem halkın Batı müziğine çok da alışık olmaması üzerine tepkilerle de karşılaşılan müzik yasağı, Atatürk tarafından da hoş karşılanmamış ancak bir açıklama daha yaparsa onun da yanlış anlaşılabileceğini düşündüğünden, toplum bir süre daha yalnızca Batı Müziği dinlemişti. Öyle ki akşam haberlerinin ardından gece yarısına kadar süren caz yayınları da Türkiye’deki Batı Müziği tarihinin de girişi olmuştu. Bundan hoşlanmayan birtakım çevrelerin radyo antenlerini doğuya, yani Mısır Radyosu’na çevirmesi üzerine bol bol Arap şarkısı dinlemesiyle gelecekte Arabesk olarak bilinecek müziğin de kulaklardaki ilk yankılanması gerçekleşmişti.
Radyonun kontrolü devletin eline geçiyor…
1930’ların ortasına kadar özel bir şirket tarafından sürdürülen radyoculuk faaliyetleri 1936’da çıkarılan bir yasayla PTT’ye devredilince, devletin radyo yayıncılığı üzerindeki etkisi de artmıştı. 1964’e kadar PTT tarafından sürdürülen radyo yayıncılığı, 1960’ta gerçekleşen Askeri Darbe’nin hemen sonrasında yapılan 1961 Anayasası’yla birlikte ülkede özgürlük rüzgarları esmesinin ardından TRT’nin himayesine geçmişti. Radyo tiyatrosu, özel konseptli program kuşakları gibi programların yanı sıra Batı Müziği’nden Anadolu’ya uzanan birçok farklı tarzda müzik yayınları da yapılan radyolar 1990 yılına kadar devletin kontrolünde yayın yapmaya devam edecekti.
Özel radyolar hayatımızı ele geçirmeye başlarsa!
1990 yılına kadar TRT’nin sırasıyla açtığı TRT 1, TRT 2, TRT 3; 1980’lerde dönüşüme uğrayarak Radyo 1, Radyo 2, Radyo 3 ve son olarak 1987’de açılan Radyo 4 ile Türkiye genelinde yayın yapmaya başlamıştı. 1980 Askeri Darbesi’nden sonra 1983’te demokrasiye dönülerek yeni bir özgürlük dalgasını hisseden birçok girişimci Türkiye’nin özel radyo ve televizyonlarını açmaya çalışsa da Türkiye, bunun için 1990’ları beklemek zorundaydı. Tabii televizyonun her evin baş köşesinde kendine yer bulduğu bu dönemde radyonun pabucu biraz dama atılmış olsa da özel radyolar bu heyecanı yeniden alevlendirmiş; 1990’ların başında çıkan bir yasayla özel radyoların kurulması serbest bırakılmıştı. Bunun sebebi 1993 yılına kadar ülke sınırlarının dışında yayın yapan “korsan radyo” olarak da adlandırılan radyolardı ve denetime tabi olmadıkları için görece sınırsız bir özgürlükle yayın yapıyorlardı. 19 radyo kanalına devlet tarafından kapatma emri verildiğinde, yayın yapan radyoların bazıları bunu reddetmiş ve bu durumu protesto eden şarkılar (Rüya Ersavcı’dan ‘İstemiyorum Baba’ en bilineniydi.) yayınlamaya başlamıştı. Turgut Özal’ın eşi Semra Özal’ın da destek verdiği ülke genelinde radyoların kapatılmasına karşı bir “siyah kurdele” protestosu başlamış, bu tepkiler yetkilileri bir yasa ile özel radyoları serbest bırakmaya itmişti. Böylece 8 Nisan 1993 tarihinde çıkan bu yasa ile artık özel radyolar ülkenin her yerinde serbest hale gelmişti.
Günümüzde radyoculuk ne durumda?
Bugün Türkiye’de 1000’e yakın radyo kanalı var. Türkiye’nin geneline yayın yapan ulusal yayınların dışında, bölgesel ve yerel radyo kanallarının da payı asla göz ardı edilemez. Günümüzde artık radyo dinlemek için fiziksel bir radyo bulundurmaya da gerek yok. Çünkü 2004 yılında kurulan ve bugün yayında olmayan Türkiye’nin ilk internet radyosu olduğu kabul edilen Nuist Türkiye’den beri internet üzerinden de sayısız radyo kanalını dinleyebiliyoruz. Ya da televizyonların uydu alıcıları da bunun için bulunmaz nimet. En başta da dediğim gibi bazen arabada uzun bir trafik sırasında dinlenen radyolar da televizyon gibi sürekli değişime uğruyor. Zaten 30 yıl önce başlayan ve bu konuda hala çok genç olan özel radyoculuk, bu değişime ayak uydurarak radyo kültürünü her yeni kuşağa da tanıtmaya çalışıyor. Kendisini yenileyip, stüdyonun dışına çıkabilen radyolar da dönüşerek radyonun çok ötesinde bir yayın kuruluşu olarak hayatına devam ediyor.