Yapay zekâ, kullanımının yaygınlaşmasıyla sosyal medyalarımıza akın akın dolmaya başlıyor. Artık reels izlerken 10 videodan en az üçü yalan bilgi veya görselken gerçek olan yapay olanla bir araya geliyor. Kafalar karışık. Artık yapay zekânın görüntü üretiminde ulaştığı noktada arkadaşınız “Londra’yı sıçanlar basmış” diye kapınızı çalabiliyor. Yapay zekâ aromalı korku serisine her gün yeni bir şey dahil olurken yapay zekâ da kendi mistik korku karakterini üretiyor. Yapay zekanın kendi kendine ürettiği “crungus canavarı” da bu şekilde doğuyor. Viral olmak uğruna üretilen yapay zekâdan çıkma videolar algoritmamızı bir türlü rahat bırakmazken görsellerde yanlış bilgi tufanını, yapay zekanın korku karakterlerini konuşuyoruz.
2021, görsel yapay zekâ üretim araçları için gerçekten de devrimsel bir yıl oldu. Tam da o yılın başında araştırma laboratuvarı OpenAI, Dall-E isimli arayüzünü sınırlı bir şekilde kullanıcılara sundu. Bunun üzerine 2022’de Lensa gibi Stable Diffusion isimli açık kaynak arayüzü kullanan platformlarla yapılan profil fotoğrafları işleri iyice büyüttü. Sonrasında Craiyon olarak ismi değiştirilen Dall-E mini, OpenAI’ın sınırlı bir şekilde sunduğu Dall-E erişimine sahip olmayanlara kapılarını açtı. Craiyon, Dall-E’ye göre daha zayıf olmasına rağmen hala oldukça etkileyici içerikler sunmaya devam etti. Bu eğlenceli ama bir yandan da yanlış bilgi şüphelerinden korkuyla yaklaşılan teknoloji, biz istesek de istemesek de hayatımızın bir parçası oldu. AI’la yapılmış video klipler, (bkz. Ezhel, Murda ve Bugy’nin ‘Uchigatana’sı), reklamlar ve haber afişlerinin yanında Berlin’de rave’e giden Harry Potter tayfası gibi pek çok içeriği sosyal medyanın bir parçası haline getirdi. Artık AI içerik üretimi, ilgi duyanların yanında iş alanlarına, sosyal medya araçlarına daha da yayıldı.
Yapay zekâ bu dönemde belki de en çok yatırım alan sektörlerden biriyken bir yandan da “insanlığı ele geçirecek!” gibi korkular ortaya çıktı. Belki yapay zekayı bu kadar ciddiye almak için biraz daha vaktimiz var. Çünkü daha bardağından taşan bir şarap görseli bile üretmeyi başaramıyor.
Bunun en büyük sebeplerinden biri de yapay zekâ araçlarının çalışma kapasitesinin görselleri bir difüzyona uğrattıktan sonra ufacık kolajları tekrar bir araya getirerek çalışması. Yani yapay zekâ arayüzünde olmayan bir şeyi kolay kolay hayal edemiyor ama bir şeyleri parçalarına ayırıp yeniden birleştirebiliyor. Dall-E de ismini tam da buradan almış aslında. Disney’in ünlü robot karakteri “Wall-E” ve sürrealist sanatçı Salvador Dali’nin karışımı bu isim bir yandan insanlığın distopik yaşantısını konu alan bir filmin yanında Dali’nin şu sözlerini de birleştiriyor “Hiçbir şeyi taklit edemeyenler hiçbir şey üretemezler.” Yani aynı AI gibi, ‘insan’ sanatçıların da taklitten aldığı ilhamın altını çizen bir söz bu.
Guy Kelly isimli Twitch yayıncısı ve ses sanatçısı Craiyon’a çeşitli anlamsız kelimeler yazmaya başlarken “Crungus” kelimesini ortaya çıkarttı. Böylece yapay zekanın kendine has canavarı ortaya çıktı. Biraz ogreye benzeyen bu karanlık karakter Twitter kullanıcıları tarafından yapay zekanın ilk kriptik canavarı unvanını kazandı. Urban Dictionary’de birkaç terimden ileriye gitmeyen bu kelimenin görsel yansımasına başka bir yerde ulaşmaksa pek mümkün değildi şimdiye kadar. Kelly’nin de dediği gibi, öylesine icat ettiği bir kelime yapay zekanın mistik bir karakter ortaya çıkarmasına sebep oldu.
Şimdi görecekleriniz belki de Crungus’tan çok daha fazla rahatsız ediyor insanı. Yapay zekânın tahmin edebileceğiniz her şeyi birbiriyle harmanlayabilmesinin bir ürünü. Kamyona binmiş tavuklar, kulüpte dans eden hayvanlar, Londra’yı basan sıçanlarla en “garip” olan şeylerin algoritmayı yenerek karşımıza çıktığı bir dünyaya ulaştık. Bu dünyada ne yapay zekanın ne de hayal gücünün bir sınırı var. Bu yüzden de karşımıza çıkanlar son zamanlarda popülerleşen “uncanny” yani “acayip, tekin olmayan” kelimesinin ta kendisi. Bu içerikleri üretenlerin bazılarının yaratıcılığın sınırlarını zorladıklarını iddia edebiliriz. Fakat çok büyük bir kısmı da algoritma denen bu belirsiz oyunda en uçlara ulaşarak en çok tıklanmayı hedefliyor sadece.
Uncanny kelimesinin kaynağını Dazed Magazine yazarı Günseli Yalçınkaya şu şekilde anlatıyor: “Freud, 1919 tarihli “The Uncanny” adlı makalesinde bu kelimeyi “egomuz tarafından bastırılmış bilincimizde yatan, ancak bize tanıdık olmayan, tekrarlayan ürkütücü düşüncelerin bir tezahürü” olarak tanımlıyor. Jung, 1968’de korku filmlerinin popüler olmasının nedeninin “kolektif bilinçaltımızın derinliklerinde gömülü ilkel arketiplere dokunması” olduğunu söyledi. Günümüzde, kolektif bilinçaltına erişmek hiç bu kadar kolay olmamıştı. İnterneti oluşturan yeraltı veri ağında, Bulut’ta ve bu tür canavarları çağrıştıran AI eğitim verilerinde. AI, kolektif rüyalarımızı, korkularımızı ve endişelerimizi kelimenin tam anlamıyla halüsinasyona uğratan ve bunları kurgusal ayna dünyaları biçiminde bize yansıtan teknolojik bir bilinçaltıdır. Gölgelerden bu kadar çok dehşetin ortaya çıktığını görmemiz şaşırtıcı değil.”
Bu kolektif korku, sosyal medyada ise yapay zekâyla üretilmiş dikkat çekici yanlış bilgilerin, görsellerin viralleşmesine ve etrafa yayılmasına sebep oluyor. Bu görsellerin arttığı ve Instagram reels kısmının gitgide daha AI’la yoğunlaştırılmış korku içerikleriyle dolduğu bu dönemde, Instagram’ın çatı şirketi Meta’nın CEO’su Mark Zuckerberg ise fact checking yani “doğruluk kontrolü”ne yaptığı yatırımlardan çekildiğini ve Twitter’ın kullandığı “topluluk notları” sistemine geçiş yapılacağını duyurdu. Bu sistemde doğruluk kontrolü uzmanları yerine kullanıcılar içeriklerin doğruluğunun bekçiliğini yapıyor. Uzmanlar Zuckerberg’in bu kararı almasının ardındaki motivasyonu anlamaya çalışırken sosyal medya ise köpeğe benzeyen pişmiş tavuklarla dolup taşıyor. Biz böyle nereye gidiyoruz? Hep birlikte göreceğiz.