Göz alabildiğince ilerleyen koridorlar, ışıl ışıl parlayan plak firmalarının tabelaları, her köşesinde ünlü olma hevesiyle eline bağlamasını alıp koridorları arşınlayan şarkıcı adayları ve türlü türlü enstrümanın satıldığı sayısız dükkan… Evet, bugün Unkapanı’na; bir zamanların şöhret merkezine gidip, Türkiye’de albüm yapmanın nereden nereye geldiğine ufak bir bakış atıyoruz!
Batıkan BAKSI / [email protected]
Özellikle 1970’lerin ilk yıllarından itibaren çekilmiş, başrolünde şarkıcıların oynadığı filmlere baktığımızda klasikleşmiş sahnelere rastlarız. Sonradan tüm Türkiye’nin hayranlığını toplayacak başrol oyuncusu, çeşitli sebeplerden dolayı Anadolu’dan İstanbul’a göç eder, bağlamasıyla Unkapanı’na gider. Şanslıdır da, onlarca aday arasında kendisini gösterir, hem de Türkiye’nin en iyi plak firmalarından birinin sahibi onu keşfeder. Önce gazino programları başlar, ardından plak satış rekortmeni olur, radyo ve televizyonda en çok dinlenen isimlerin arasında kendisine yer bulur. Her şey kulağa ne kadar da kolay geliyor değil mi? Peki, Unkapanı’ndan şöhrete açılan kapı gerçekten de ardına kadar açık mıydı?
İstanbul Manifaturacılar Çarşısı mı? Yoksa Unkapanı Plakçılar Çarşısı mı?
Unkapanı’nın tarihi, azımsanmayacak kadar eski. 1960’larda Sirkeci’de bulunan Doğubank İş Hanı’nın alt katında faaliyetlerini sürdüren plak firmaları, 1970’lerin başı itibarıyla Unkapanı’nda yer alan İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’na göçe başlayarak, Türkiye’nin müzikli tarihine ikonik bir dokunuş yapacak bu şöhret merkezini yaratacaklardı. Bence bu süreç başladığında, onlar bile bu durumun müzik dünyası için ne kadar önemli olduğunun farkında değillerdi. “Madem öyle buranın adı neden İstanbul Manifaturacılar Çarşısı?” dediğinizi duyar gibiyim. 1950’lerde ortaya atılan bir planda İstanbul’da manifaturacılık yapan esnafı bir han etrafında toplamak varken, manifaturacıların bu fikre sıcak bakmaması sonucunda oluşan boşluğu plak firmaları dolduruyor ve sonucunda İMÇ, Unkapanı Plakçılar Çarşısı’na dönüşüyor. Ancak çarşının girişindeki o ikonik logo değişmiyor ve bugün bile hâla İMÇ olarak karşımıza çıkıyor. Tabii bugün, koridorlarının bomboş olduğu Unkapanı’nda daha çok enstrüman satan mağazalara rastlasak da orası bizim için hâla ikonik bir önem taşıyor.
Unkapanı’ndan “Ünkapanı”na!
Müzik yazarı ve belgeselci Müjde Yazıcı Ergin’in Unkapanı hakkında çektiği “Unkapanı’ndan Sonra” belgeselini adlandırırken kullandığı “Ünkapanı” kelimesi, ilk duyduğum andan beri bana göre Unkapanı Plakçılar Çarşısı’nı en iyi anlatan kavram. Gerçekten de 70’lerde plak, 80’ler ve 90’larda kaset satış rekortmeni olmak isteyen eski ve yeni isimleri toz pembe bir kapana sıkıştıran Unkapanı kültürü, “burada yoksan, piyasada da yoksun” anlayışını sonuna kadar yaşatıyordu. Üstelik Unkapanı’nda kendisine yer bulmak isteyen, oradan çıkan diğer meşhur isimlere öykünen yeni adaylar için durum hiç de kolay değildi. Tıpkı medyadaki eşik bekçileri gibi çalışan şöhret avcısı isimler; kimin, ne kadar iyi satışa ulaşabileceğini yüzüne bakar bakmaz anlar, pilot kayıtlarla bunu onaylar ve kaset çalışmaları için harekete geçerlerdi. Firmalar arasındaki rekabeti de siz düşünün! Parlak isimleri de birbirine kaptırmamak için amansız mücadele eden markalar, gerek sene sonunda gerek aldıkları ödüller, gerekse satış rekorlarıyla ünlerine de ün katarlardı. Piyasayı domine edecek güce sahip olmayan şirketlerin bünyesinde olan isimler için durum biraz daha zordu, çünkü hem şöhret olmak için normalden daha fazla efor harcamaları gerekecek hem de bu şöhreti korumak için daha fazla çaba sarf edeceklerdi. Eh, bugünkü gibi sosyal medyanın da olmadığını düşünürsek; özellikle tek kanallı dönemde o beyaz camda kendisine yer bulmak dönemin şarkıcıları için pek de kolay değildi. Diğer bir deyişle: Unkapanı’nda şöhret olmak zordu belki ama bu şöhreti korumak çok daha zordu!
“Yukarıda da umut yok, ben sana söyleyeyim!”
Yılda en az 2 kez izlediğim filmlerden birisi “Neredesin Firuze”. Bu özelliğimi bilenler şaşırmıyor, hele bir de bu zevkimi paylaşan birileri varsa, hep birlikte oturup izliyoruz. Bu bölüme başlık olarak seçtiğim söz de Neredesin Firuze’nin bir bölümünden. Bana göre Unkapanı’nı en iyi anlatan filmlerden biri olan ve neredeyse 20 yıla yaklaşan film; piyasada tutunmaya çalışan Umut Müzik’in Unkapanı’ndaki büyük firmalara karşı olan mücadelesini ve Unkapanı’nın renkli yüzünü gösterirken aslında nasıl bir er meydanı olduğunu da gözler önüne seriyordu. Bu süreçte ayakta kalmak için medya aktörlerinden, zengin iş adamlarına kadar sayısız isimle bağlantısını arasını iyi tutmaya çalışan Hayri, Orhan, Seyfi, Ferhat, ve Melih’in hikayesi hiç de kurmaca değildi üstelik. “Neredesin Firuze”yi hepiniz izlemişsinizdir, spoiler olmaz ama Unkapanı’ndaki herkes Umut Müzik ailesi kadar da şanslı değildi ve kim bilir ne hayaller suya düştü; ne şöhretler bir gecede piyasadan siliniverdi!
Dijital müzik, Unkapanı kültürünü nasıl etkiledi?
Kabul etmek lazım ki Unkapanı’nın en şaşaalı dönemlerinde, günün birinde albümlerin bir tablet bilgisayarda kaydedilebileceği fikri kimsenin aklına gelmezdi. Devasa kayıt salonları, büyük mikser tezgahları, kayıt makaraları, müzisyenlerin bir arada olmak zorunda olduğu stüdyolar; bugün artık bir telefon uygulaması kadar ulaşılabilir durumda. Bir müzik albümünü elinde tutmak isteyenlerin dışında albüm satışı zaten fazlasıyla azalmışken, artık Unkapanı bir nostalji mekanından da farksız. Albüm başarılarının YouTube tıklanmaları, Spotify ve Apple Music dinlenmeleriyle ölçüldüğü bir piyasada tekel olmak da artık eskisi kadar kolay değil. Kaldı ki hem yeni nesil, hem de önceki kuşak, bu tekelleşmeye daha büyük bir direnç gösteriyor.
Piyasadaki rekabet zaten hiçbir zaman azalmıyorken, bir de bu tür plak firması tekelleşmeleriyle dengelerin alt üst olduğu Unkapanı kültürü; yerini herkesin evinden şarkısını kaydedip, mix ve mastering işlemlerini bilgisayarında yaparak dijital olarak yayınladığı bir hale evrildi. Mesela artık (eğer basılı olarak çıktıysa) albümlerin kartonetlerinde kayıt yeri olarak Unkapanı adresini değil, o müzisyenin ev stüdyosunun adını görüyoruz. Ya da Unkapanı’ndan bağımsız kurulmuş kayıt stüdyoları sık sık karşımıza çıkıyor. Yani bu bağımsızlık hareketi, plakçılar çarşısındaki rekabeti çarşının dışına çıkararak belki de daha büyük bir piyasada tutunma gayretine dönüştürdü. Satış rakamlarından çok, yukarıda da dediğim gibi dinlenme sayılarının rağbet gördüğü, şişirme dinleme sayılarıyla övünülen bu dönemde bağımsız müzikten bahsetmek ne kadar doğru çok kestiremesem de; bence müzik bundan 20 yıl öncesine göre daha özgür.