Elimizden bırakmadığımız telefonlar, gözümüzün önünden ayırmadığımız bilgisayarlar ve her daim herkesle -istesek de istemesek de- iletişim halinde oluşumuz… Gelen her şeye anında cevap verme dürtümüz ve dahası. Urgency Culture yani dilimize “aciliyet kültürü” olarak çevirebileceğimiz hadise hepimizi içten içe mahvediyor.
İpek ATCAN / [email protected]
Bazı insan vardır bir mesaja 8 saat sonra cevap verir, bazı insanlar ise iki eli kanda olsa bile sanki en mühim şey gelen mesaja cevap vermekmiş gibi her şeyi bırakır ve anında cevap verir. Bize hızlı dönüş yapanları severiz ama aslında en sağlıksını 8 saat sonra cevap verenler yapıyor. Esas onlar mutlu, huzurlu ve akıl sağlığını daha iyi koryan insanlar. Neden mi?
Ne önemli, ne önemsiz?
Artan bir hızla sürekli online olan insanlara dönüştük. Bu aciliyet kültürü, gerçekten önemli olan ile olmayan arasındaki çizgiyi resmen silikleştirdi. Hatta öyle ki artık gün ve saat gözetmeksizin herkes istediği herkese ulaşabileceğini düşünür oldu. Pandemi ile başlayan ağırlıklı evden çalışma düzeninde iş saatleri dışında bile mail’ler atılır, iş talep edilir oldu.
Kişisel yaşamda da durum pek farklı değil. En belirgin özelliklerden biri de sosyal medya güncellemelerini sık sık kontrol etmek. Bunun yanında aramalara ve mesajlara hemen cevap vermek de var tabii. Sizileri bilmem ama ben biraz bu insanlardandım. “Dım” diyorum çünkü üzerine epey çalıştım. İşimin ortasında bile arkadaşımdan gelen anlamsız bir mesaja cevap veren, asla “sonra bakarım” diyemeyen biriydim. Bu sürekli her şeyin bölünüyor olmasının yanı sıra insanlardan hemen cevap alamadığınızda da anksiyete yaratan bir durum. Hani siz hemen cevap veriyorsunuz ya, vay efendim neden hemen cevap alamıyorsunuz…
Nitekim geçtiğimiz günlerde okuduğum bir makalede de bu konudan bahsediyorlardı. Los Angeles merkezli klinik psikolog ve Duality Psychological Services sahibi Joel Frank’a göre, stres ve anksiyeteyi önemli ölçüde artıran bir durum “urgency culture”. Çünkü aslında kendimizi bir anda birden çok iş yaparken bulmamıza neden olan bu durum -evet, beyin için mesajlaşma da bir iş!- stres miktarımızı ciddi anlamda etkiliyor.
Araştırmalar bir yandan da insan beyninin iki veya daha fazla görevi aynı anda gerçekleştirmek için nörokognitif mimariye sahip olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla, her aynı anda çok fazla iş yapışımızda, aslında beyni yavaşlatıyor ve üretkenliğimizi %40 azaltıyoruz. Bu noktada da iş kalemlerinden birini “cevap vermeden duramadığımız” telefonla ve mesajlar olarak da düşünebiliriz.
Peki bundan nasıl kurtulacağız?
Peki bizi kıskacına alan bu durumdan kurtulmak mümkün mü? Kimsenin buna 100% mümkün diyebileceğini düşünmemekle beraber bir takım öneriler de yok değil.
İşin yoğunluğundan önce amaçları önceliklendirmek: İş yoğunluğunun başarıyla doğru orantılı olduğunu düşünen zihniyete uymayın. Değerleriniz ve hedeflerinizle işinize odaklanın, boş yoğunluğa değil. odaklanarak, amacınızın eylemlerinizi yönlendirmesine izin verin.
Sınırlarınızı net belirlemek: Zamanınızı ve en çok da enerjinizi korumak için sınırlarınızı net çizin. Amaçlarınıza katkı sağlamayan görevleri reddetmeyi öğrenin. Bunu sanal dünyanız için de telefonu belli bir saatten sonra “DND”ye alarak uygulayabilirsiniz.
Duraksamak: Her talebe içgüdüsel olarak tepki vermek yerine, durun. Durumu ve önceliklerinizi değerlendirdiğiniz için kimse sizi suçlayamaz.
Ve kapanış…
Ben ve çevremdeki birçok insan artık taciz noktasına ulaşan bu “ulaşılma” halinden o kadar sıkıldık ki… Mesela bir basın bülteninin sadece mail ile değil, anormal bir saatte whatsapp mesajı ile hatta üstüne bir de instagram’dan DM ile bombardıman şeklinde yollandığı bir dönemdeyiz. Ya da bir mail sonrası “mail attım aldın mı?” mesajını yaşamayan yoktur herhalde? İşte “urgency culture” kurbanı herkes kendine hakim olamayıp bu dört koldan gelen mesajlara yanıt vermek zorunda hissediyor. Ben de onlardan biriydim, oradan biliyorum 🙂 Ama bende oluşmaya başlayan “tükenmişlik” sonunda yavaş yavaş değil, bıçak gibi kestiğim bir şey oldu. İki eli kanda olsa da cevap veren bir insandan 8 saat sonra cevap verene dönüştüm. Hayatımda verdiğim en iyi kararlardan. Siz de yapın, güzel oluyor.