
İki binler dönemi pop kültürü denince akla gelen ilk şeylerden biri kuşkusuz Victoria’s Secret Fashion Show’lardı. Her yılın sonunda televizyon ekranlarını pembe ışıltılara boğan bu ritüel, sadece bir iç çamaşırı markasının tanıtım gecesi değil; aynı zamanda pop kültürünün modayla flört ettiği bir müzik sahnesiydi. Yıllar içinde bir gelenek hâline gelen bu şov, adeta modanın Super Bowl’u gibiydi.
Tüylü kanatlarıyla o yılın en ünlü modelleri -ki onlara Victoria’s Secret melekleri diyoruz- podyumda süzülürken, sahnede her zaman dönemin en popüler müzisyenleri yer alıyordu. Bir anlamda 2000’lerin pop müziği de o podyumda yürüyor, dönemin güzellik anlayışını seslendiriyordu.

Pop müzikle eş zamanlı olarak altın dönemini yaşayan Victoria’s Secret Fashion Show, pop yıldızlarıyla süper modellerin aynı sahneyi paylaştığı bir buluşma noktasıydı. Her yıl dünya, yalnızca kimlerin podyumda yürüyeceğini değil; kimlerin sahne alacağını görmek için de ekran başına geçerdi. Victoria’s Secret podyumu, sanatçıların sadece şarkı söyledikleri değil, kendi dönemlerinin en güçlü pop figürleri olduklarını kanıtladıkları bir platforma dönüşmüştü. Böylece marka, modayla müziğin el ele vererek 21. yüzyıl pop kültürünü tanımladığı bir sahneye dönüştü.
Podyumda yürüyen modeller kadar, sahne alan isimler de her dönemin müzikal kimliğini belirliyordu. 2001 yılında Andrea Bocelli’nin sahneye taşıdığı klasik yorum, bir peri masalını andıran sahne tasarımı ile büyüleyici bir defile atmosferi yarattı. 2002’de Destiny’s Child sahneye “8 Days of Christmas” ile çıktığında kadın gücü ve özgüven teması podyumu ele geçirdi. 2006’da Justin Timberlake “SexyBack” performansıyla Y2K sonrası dönemin seksi, elektronik ve iddialı pop anlayışını temsil etti. 2008’de Usher’ın performansı R&B’nin altın yıllarını yansıtıyordu. 2012’de Justin Bieber’ın gençlik enerjisiyle sahneye çıkması, popun yeniden “teen idol” dönemine göz kırptığı bir evreyi işaret ederken Rihanna ise aynı defilede “Diamonds” performansı ve sahne hakimiyeti ile sade ama büyüleyici bir atmosfer yaratarak dönemin duygusal pop çizgisini de sahneye taşıdı. 2013’te Taylor Swift “I Knew You Were Trouble” ile adeta bir model gibi podyumda yer alırken, aynı yıl Fall Out Boy’un rock enerjisi bu sahnenin yalnızca popun değil, dönemin tüm seslerinin buluşma noktası olduğunu kanıtladı. 2014’te Hozier’ın “Take Me to Church” ile podyuma taşıdığı melankolik indie ruhun bile artık Victoria’s Secret podyumuna sızabildiğini gösterirken, 2016’da The Weeknd karanlık ve sinematik performansıyla popun dramatikleşen yönünü temsil etti.

Bir bakıma Victoria’s Secret defileleri, 2000’ler ve 2010’lar popunun canlı tarih kitabıydı. Sergilenen her performans o dönemin müzik anlayışına ayna tutuyor, podyumdaki her adım güzellik standartlarını ve popüler kültürün yönünü belirliyordu. Ama tabii ki hiçbir parıltı sonsuza kadar sürmez.
Bu ihtişamlı dönemin ardından Victoria’s Secret Fashion Show’lar bir süre sessizliğe gömüldü. Bunun büyük sebeplerinden biri ise artan eleştirilerdi. Çeşitlilikten uzak modeller, beden normlarının tekrarı, sahnede temsil edilmeyen kadınlık hâlleri ve daha birçok sebep insanların bu tozpembe dünyaya olumlu bakmasına engel oluyordu. Yeni nesil artık o tüylü kanatları özgüven değil, baskı sembolü olarak görüyordu. Popüler kültür değişim geçiriyordu; müzik, moda ve kadınlık kavramı da onunla birlikte dönüşüyordu.
Marka 2019’da defileleri tamamen durdurdu. Bir zamanlar “kadınlığın kutlaması” olarak sunulan gösteri, bir anda zamana ayak uyduramayan bir fanteziye dönüştü. O sessizlik yılları boyunca moda dünyası body positivity ve temsil çeşitliliğiyle yeni bir dil buldu. Victoria’s Secret ise bu yeni çağın ritmine nasıl uyum sağlayacağını yeniden keşfetmek zorundaydı. 2019 sonrası sessizlik dönemi, müzikte ve modada yeniden tanımlama yıllarıydı. Pop müzikte Billie Eilish ve Lizzo gibi isimler vücut ve kimlik temsiline yeni bir dil kazandırırken, Victoria’s Secret da o dili anlamaya çalışıyordu. 2025 defilesi ise bunu başardıklarına dair net bir kanıt oldu.

Zamanın da getirdiği değişimle “Kusursuz melek” fikri, artık bir hayranlık değil, bir yabancılaşma yarattı. Yıllar süren sessizliğin ardından Victoria’s Secret 2025’te yeniden sahneye çıktığında, artık başka bir hikâye anlatmak istiyordu. Bu kez tek bir güzellik tanımı yoktu; her çeşit kadına, her sese, her bedene yer vardı. Bu yeni anlayış sadece modellerde değil, podyumda kimlerin sahne aldığında da kendini belli ediyordu.
2025 şovunun sanatçı kadrosu, markanın geçirdiği dönüşümü net biçimde yansıtıyordu. Madison Beer modern pop sesiyle sahneye çıktı. Gen Z kadın müzisyenin temsili olarak sahnede olan Beer, yeni şarkısı “Bittersweet” ile tanıdık Victoria’s Secret enerjisini oldukça hissettirdi. Ardından sahnede latin rüzgarı esti. Karol G, latin müziğin ateşini ve gücünü podyuma taşıdı. Dans ederken bile sahneyi saran o özgüveniyle, çeşitliliğin enerjisini hissettirdi. TWICE, K-pop’un renkli, kontrollü ama bir o kadar canlı enerjisi ile global popun artık sadece Batı merkezli olmadığını hatırlattı. Ve Missy Elliott sahneye çıktığında hip-hop’un tarihini, kadın gücünü ve yılların özgüvenini iliklerimize kadar hissettik.

Bu seneki defilenin gerek sanatçı seçimi gerek model seçimi Victoria’s Secret’ın sadece kusursuzluk üstüne kurulu bir defile değil, farklı kültürlerin, dillerin ve kadınlık hâllerinin buluştuğu bir kutlama da olabileceğini kanıtladı. Müzik markanın hem geçmişini hem de geleceğini birbirine bağladı. Bu defilede performanslar da markanın geçirdiği dönüşümü çok net anlatıyordu. Müzik hiçbir zaman Victoria’s Secret defilesi için bir fondan ibaret olmadı fakat bu sene markanın kendini yeniden tanımlama ihtiyacı için önemli bir araç hâline gelmişti.
Victoria’s Secret için artık mesele kimlerin nasıl gözüktüğü deği, kimlerin sesini duyduğumuzdu. Ve duyulan sesler artık hiç olmadığı kadar çok renkten geliyor.