Küçüklüğünde önce mimar sonra da yazar olmak istediğini söyleyen 69 doğumlu yönetmenin sinemasına baktığımızda, kazandığı donanımları bir potada harmanlayabileceği bir disiplin olarak sinemaya yöneldiğini görebiliriz. Bu çocukluk idealleri eşliğinde bakıldığında, işlerinin daha büyük bir anlam kazandığı su götürmez bir gerçek. Aynı şekilde erken yaşta ailesi dağılan ve boşanmış ebeveynlerin çocuğu olan Anderson, hikayelerini de benzer aileler üzerinden anlatmaya meyilli görünüyor.
Yine bir sıradışı ve dağılmış aile hikayesi olarak karşımıza çıkan yeni filmi ve kendisinden beklenen şahsına münhasır stili ile yönetmen, izleyicileri hayal kırıklığına uğratmayacağının sinyalini veriyor. Anlatım dili ve simetrik kadrajları bu defa Mısır estetiği ile birleşiyor ve gözlerimizi kamaştıran planları ile izleyiciye görsel bir şölen sunuyor. Minik Anubis’lerin duvarları süslediği filmin en önemli alameti farikası ise hiç kuşkusuz saymaya başlasak sonunu getiremeyeceğimiz yıldız oyuncu kadrosu.
“The Phoenician Scheme”i seyretmeye başladığınızda -kadroyu bileseniz bile-, filmin her farklı bölümünde kadraja girip karşımıza çıkan yeni bir yıldızla karşılaştığımızda iç sesimizin “Aaa! …’da bu filmdeydi, değil mi?” gibi yüksek frekanslı tepkiler vermesinin önüne geçemiyorsunuz. Sayamayacağımız kadar diye belirttiğim yıldızları şöyle bir sıralamayı deneyelim: Benicio del Toro, Mia Threapleton, Scarlett Johansson, Michael Cera, Riz Ahmed, Tom Hanks, Bryan Cranston, Mathieu Amalric, Richard Ayoade, Jeffrey Wright, Benedict Cumberbatch, Rupert Friend, Hope Davis…
Wes Anderson’ın özenle tasarlanmış dekorlar eşliğinde simetrinin ortasına yerleştirilmiş yıldızları ile gözlerimizi kamaştıran bu yeni filmi, eğer yönetmenle tanışma filminiz olacaksa, yönetmenin masterpiece’i olarak anılan filmlerine de geri dönüp bakmanızda fayda var. Bu sıradışı karakteristiğin en önemli örneği sayılan “Büyük Budapeşte Oteli” filmini de izlemediyseniz acilen izlemenizi tavsiye ederim. Anderson, pastel tonlu renklerden oluşan özenli renk paleti ve kontras kullanımıyla neredeyse her bir karesinin yönetmenin imzasını taşıdığı filmografisinde her zaman aynı görüntü yönetmeniyle, Robert Yeoman ile çalışmayı tercih etmişti. Yeni filmi ile her zaman bu ortaklığın meyvelerini yiyen hayranlarını şaşırtan yönetmenin, bu kez filmin görüntülerini başkasına emanet etmeyi tercih ettiğinin ve Bruno Delbonnel ile çalıştığının da altını çizelim. Delbonnel’e daha önce birlikte çalıştığı Tim Burton ve Coen Kardeşler’in filmlerinden aşinayız.
Hemen her filminde olduğu gibi ulaşım araçları merkezli çok hareketli bir öyküye kapılmaktan kendinizi alamayacağınız temposu ile tezat oluşturan siyah beyaz ölüm sonrası deneyim sahneleri ile benim günlümü ayrıca kazanan filmin gizliden gizliye yaşama anlam katan gerçek olarak ölümü konumlandırma biçimi, aile ilişkilerini ve sosyal yaşam normlarını yeniden belirleyen bir işlev kazanıyor. Aile olmayı, filmin anlatısının merkezine yerleştirme çabasını gizliden gizliye sezdiren film, aile dediğimizin tam olarak ne olduğunu düşünmeye ve biyolojik bağlara atfedilen işlevleri tartışmaya da alan açıyor.
Film, kapitalizm eleştirilerinin tüm dünyada yankı uyandıran boykot çağrıları ile gündeme geldiği günümüzde, belirli bir kıtanın tüm tahıl ihtiyacının özel jetlerinde seyahat edip puro içen egomanyak bir karakterin elinde olduğunu -neredeyse absürd bir biçimde- gözler önüne seriyor. Bu karakterin pragmatik tercihlerini ise, Antik Yunan tragedyalarında koronun üstlendiği işlev gibi, sanki izleyicinin iç sesiyle verdiği bir tepki olarak dile getirmeyi, (mücevherlerle kaplı tesbihi ve mavi farlarıyla uyum içindeki kırmızı dudaklarından dökülen cümleleriyle tezat bir varoluşun kitabını yazan) bir rahibe adayı üstleniyor. Hikayenin bu çok katmanlı yapısı, yönetmene sıkça yöneltilen biçime öncelik verip hikaye dinamikleri kurmaktan yoksun temelsiz anlatılar inşa etmesi eleştirilerini de alaşağı edecek gibi görünüyor.
Yönetmenin kendisine has üslubuyla adeta piksel piksel resim yapar gibi kurguladığı kadrajlarını, seçtiği özel renk paletini, yıldız oyuncuların gözlerinin titremesiyle aktardığı duygu geçişini en iyi biçimde seyredebilmeniz ve bu deneyime kendisine yakışacak bir biçimde ortak olabilmeniz için sizi sinema salonlarına davet ediyorum. İyi seyirler!