Elektro gitarda hız, klasik müzik ve virtüözite denince belki de akla gelen ilk isimdir Yngwie Malmsteen. İsveçli efsanevi gitarist yirmi yıl aradan sonra, 6 Temmuz’da tekrar İstanbul’da sahne alacak, konser öncesinde telefonda sorularımı sordum. Eski vokalistleri arasında en sevdiği hangisi? Sahip olduğu en değerli gitar hangisi? The Smiths gitaristi Johnny Marr’a yanıt verecek mi? Sansasyonel yanıtlar için buyrun röportaja…
Doğu Yücel
6 Temmuz’da İstanbul’da Harbiye Açıkhava’da çalacaksınız. Bu mekan, sizin 25 yıl önce, ilk Türkiye konserini verdiğiniz mekan. Bu konseri hatırlıyor musunuz?
Hatırlamanın da ötesinde: çok iyi hatırlıyorum. O gece enteresan şeyler oldu. Nedense o konserde çok fazla pena fırlatmıştım, yüzlerce penamız olsa da o kadar attım ki penalar bitti ve başka tür penayla devam etmek durumunda kalmıştım. Çok iyi bir performans olduğunu da hatırlıyorum, o yüzden tekrar oraya geliyor olmak çok heyecan verici.
O konserde Üsküdar’a Gider İken (Katibim) parçasını da çalmıştınız…
Evet evet, yani melodiyi hatırlamıyorum ama lokal bir parça çaldığımı hatırlıyorum.
Bu konserden sonra peş peşe gelmeye devam ettiniz, 2001’de ve 2003’te sizi tekrar izledik ama sonra 20 seneyi aşan bir ara meydana geldi. Bunun sebebi neydi?
Öncelikle bunun suçlusu kesinlikle benim menajerliğim değil. Konserleri farklı bir ajans ayarlıyordu ve biliyorsunuz, bu işin lojistiği çok zor ve her pazarın farklı dinamikleri var. Her türlü oraya tekrar gelmeyi iple çekiyorum.
Yeni bir turneye çıkarken setlist’i dizayn ederken internetteki istatistiklere bakıyor musunuz? Mesela Spotify gibi streaming platformlarında en çok hangi şarkılarınızın dinlendiğini kontrol ediyor musunuz?
Bu çok güzel bir soru. Biliyorsun, 40 yıldan fazla bir süredir bu işteyim ve böyle bir katalogdan herkesi mutlu edecek bir setlist çıkarmak neredeyse imkansız. Ama bu turne, ilk albümümün 40. yılı, o yüzden o albümden normalde olduğundan fazla çalacağım. Bu arada, bu dediğim önemli, demek ki 1984’ten beri solo bir sanatçıyım. Bazı insanların bu konuda kafa karışıklığı var. Bu hiçbir zaman bir grup projesi değildi, en baştan beri soloydum, Yngwie Malmsteen olarak yola çıktım. 1979’da, küçük bir çocukken Rising Force isimli bir grup kurmuştum. Gitar ve vokali ben üstlenmiştim, davul ve bası çalanlar ise her gün değişiyordu. Black Star gibi şarkılar hep o zamanlarda çıkmış parçalardı. Daha sonra Amerika’ya gelip bazı gruplarda çaldım, ama onlardan ayrıldıktan sonra solo devam ettim.
Bu konuya gelelim yine ama setlist konusuna dönmek isterim. Röportajdan önce Spotify’da en çok dinlenen parçalarına baktım, Ronnie James Dio ile kaydettiğiniz ‘Dream On’u en tepede gördüm. 25 milyona yakın dinlenmiş. Bunun farkında mısın?
O tek seferlik bir kayıttı. Bruce Kulick diye bir adam var, bir ara beni sürekli arar, şunda çalar mısın bunda çalar mısın deyip dururdu. Sonra bak Ronnie de var deyince, tamam çalarım dedim çünkü çok Ronnie’yi seviyorum. Bruce Kulick’in bu projeleri için Aerosmith, The Beaetles, Ozzy Osbourne, Van Halen cover’larında da solo gitar çaldım. Bana sadece kayıtları gönderdiler, üstüne solo çaldım.
Dio’yla aynı stüdyoda değildiniz o zaman şarkının kaydında…
O zaman değil ama öncesinde aynı stüdyoda kayıt yaptık. (Not: Sanırım yardım amaçlı, All Star kadroyla gerçekleşen We Are Stars’ın kaydından bahsediyor)
Son albümün Parabellum’dan bahsedelim istersen…
Kariyerimdeki en tatmin edici albüm diyebilirim. Hiçbir acelem yoktu, kendi stüdyomda, bir seneye yakın çalıştım. Normalde biliyorsun, stüdyo kiralarsın, birkaç haftada bitirmen gerekir, sonra o kısa sürede ortaya çıkan hataları düzeltmek için tekrar girersin falan filan. Bu defa zamanım vardı ve bittikten sonra düzeltmek isteyeceğim hiçbir şey bulamadım. Ayrıca bugüne kadar şarkılarımı başkalarının söylemesinden ne kadar sıkıldığımı fark ettim. Sonuçta her şeyi ben çalıyorum, sözleri ben yazıyorum, niye gidip başka bir adama bunları söyletmişim ki? Sanırım bir tür 80’ler modasına kapılmışım, başka bir açıklaması yok.
Yngwie, hep solistlerin hakkında negatif şeyler söylüyorsun ama inanılmaz iyi solistlerle çalıştın kariyerinde, mutlaka aralarından bir tane favorin vardır? (Bu arada Malmsteen efsane solistlerle çalıştı: Jeff Scott Soto, Mark Boals, Joe Lynn Turner, Michael Vescera, Mats Leven, Tim ‘Ripper’ Owens gibi…)
Var.
Kim?
Ronnie James Dio.
Yani albümlerinde söyleyen birini kastetmiştim ama?
Üzgünüm, yok. Geçenlerde eski albümlerinden birini dinledim, duyduğum vokale inanamadım. Gırtlaklanan bir fare gibi söylüyordu. Bu muymuş dedim… Neden erkek gibi söyleyemiyor ki diye düşündüm. Ben sonuçta Deep Purple ekolü bir müzisyenim, peki sence favori Deep Purple vokalistim kim?
Ian Gillan olmalı?
Hayır.
Joe Lynn Turner o zaman. (Pislik yaptım burada, kendisinin de çalıştığı Purple solisti Turner)
Hayır. David Coverdale. Çünkü adam gibi söyleyen tek vokalist o. Jerry Lee Lewis ya da bir kadın gibi söylemeye kasmıyor. O zamanlar ne düşünüyordum da başkalarına bu şarkıları söylettim bilmiyorum. Ya üstüne çok düşünmekten ya da tam tersi. Ya da o zamanlar şu an olduğum kadar ayık olmamam ya da ne yaptığımın derinlemesine farkında olmamam gibi sebeplerden bu konuda hatalı seçim yaptım. O yüzden şimdi bu konuyu netleştirmek istiyorum. Benim kafam bir yazar ya da bir ressam gibi çalışıyor. Bir ressam tablosunun bir kısmını yapıp, sonra birini çağırıp “Şurayı bitirsene” demez. Çünkü zaten zihninde ve ruhunda tablonun geri kalanının nasıl olması gerektiğini biliyordur. Ben bir bestekarım. Mick Jagger, Eddie Van Halen gibi grup müziği tercih edenlere saygım sonsuz ama ben onlar gibi davranamıyorum. Ben Mozart gibi düşünüyorum, bütün senfoni zihnimde daha kayda girmeden önce oluşuyor zaten. Nasıl davullar istediğimi, keyboard’un nasıl tınlaması gerektiğini, solonun kaç ölçü olacağı, hepsi o anda kafamda belirleniyor zaten. Bir prodüktöre, bir yardımcı besteciye, hiç kimseye ihtiyacım yok. Başkaları katıldığında o esere katkıda bulunmuyorlar ki, tam tersi o eserden bir şeyleri eksiltiyorlar. Stephen King kitap yazarken yardım alıyor mu? Johann Sebastian Bach çelloyu, kemanı, perküsyonları hepsini o yazıyordu. O yüzden eski albümlerimde benim yazdığım bölümler üzerinden credit isteyen insanlardan bıktım. Ozzy Osbourne gibi, Cher gibi solo artist’ler de var diyeceksin ama onlar kendi şarkılarını yazmıyor ki.
Ama Bruce Dickinson gibi kendi müziğini yazıp, grup elemanlarını öne çıkaran solo artistler de var…
Var, doğru ama o benim tarzım değil.
Geçenlerde Rick Beato ile yaptığın röportajı izledim. Harika bir röportaj. O röportajda prodüksiyon ve kayıt teknolojileri konusunda ne kadar bilgili olduğunu da görüyoruz. Prodüktör olmayı düşündün mü hiç?
Kendi kariyerim için yapmak istediklerim o kadar zamanımı alıyor ki bunu düşünemiyorum bile. Ama Amerika’ya ilk geldiğimde 3rd Stage Alert isimli grubun albümünde prodüktör bendim. Hatta birkaç şarkıda konuk olarak gitar da çaldım. Aslında stüdyoda takılmayı çok seviyorum, o yüzden bunu tekrar düşünebilirim. Geçenlerde Fender’in 70. Yılı için YouTube kanalıma bir video koydum, o videodaki stüdyo benim stüdyom.
Oo, o videoyu izledim, harika bir çekim olmuş. Çok fazla gitar görünüyor orada, toplamda kaç gitarın var, saydın mı?
Orada gördüklerin sadece Fender bir de. Gibson’lar da var, diğer markalar da. Ayrıca kemanlar ve yaylı başka enstrümanlar…
Bütün gitarların arasında bir favorin var mı?
Oo, bu her gün farklı bakış açısına göre değişir. Ama o videoda da gösterdiğim bir gitar var, bunu belirtmedim ama ilk yapılan Stratocaster bende. 1954’ün Mart’ında yapılmış, ilk Strat. O zamanlar henüz Stratocaster’ın yapımında kullanılan makineler yoktu, elle yapıyorlardı. O yüzden çok değerli. Ama İsveç’ten Amerika’ya giderken yanımda götürdüğüm tek gitar olan Strat da benim için manevi değeri büyük bir gitar. 1971 yapımı bir Strat, benzeri çok vardır. Ama tabii koleksiyoncular benim çaldığım gitar olduğu için yüksek fiyatlar biçtiler, ben satmadım. Aslında bu ara, turne başlamadan, gitardan çok Ferrari’lerle ilgileniyorum. Çok seviyorum onları. 7 tane var bende.
Evet Ferrari tutkun da dillere destan:) Yngwie, seni dinlerken diğer virtüöz gitaristlerde hissetmediğim bir şey geçiyor bana, sen sanki gitarı sadece çalmıyorsun, onunla neredeyse aşk yapıyorsun. Sanki parmakların ve gitar sapı arasında böyle bir ilişki var gibi geliyor bana. Sadece hız değil, çok fazla tutku da var orada. Sence emprovizasyona duyduğun inancın bunda etkisi var mı?
Bu soru benim için çok anlamlı. Sahneye çıktığımda ben bir şov adamıyım. Ama her şeyden önce yine müzik geliyor. Emprovizasyon aslında risklidir. Duygunuza çok bağlı çünkü. Ve her zaman aynı yoğunlukta olamayabiliyor duygular, ama çoğu zaman ilham geliyor ve ortaya muhteşem bir şey çıkıyor. Büyük bestekar Niccolo Paganini, birilerine güçlü duygular geçirebilmeniz için güçlü duygular hissetmelisiniz der. Ben de öyle düşünüyorum. 40 yıldır bu piyasada hala şu an olduğu gibi dünyayı turlayabiliyorsam işin sırrı bu yaptıklarımın gerçek olması, hiçbiri sahte değil. Moda olmak için yapılan bir şey değil bu. Bu albümler bu performansların hepsinde ruhumu tamamen ortaya koyuyorum. Şu an kim olduğum ve bugüne kadar yaptıklarımın hepsi o performansa yansıyor. Ve bunu kendim olmaya borçluyum. Başkalarının ne dediğine asla kulak asmadım. Gurur duyduğum tek bir şeyi sorsalar bunu söylerim. Çünkü büyük başarılara ulaşan çok insan var ama bunların çoğu onlara söylenen şeyi yaptığı için o başarıları elde etti. Onları da eleştirmiyorum, bu da bir yol sonuçta, radyoda şarkılarının dönmesi, kliplerinin çıkması vs. Ama ben bu yolculukta kimseyi dinlemedim. Ha 80’lerde elbette bazı tavizler verdim, herkes verdi, tüm o klipler, MTV’ye çıkmalar falan önemliydi. Ama sonra kimseyi dinlemedim.
Bir belgeselde “Az çoktur” sözüyle dalga geçip “Az çok olamaz, çok çoktur” demiştiniz, bu da sonra çok meşhur oldu internette daha sonradan. Adeta sosyal medya meme’i oldu. Ne düşünüyorsun şu an?
Bunun çıkış noktası çok eskiydi aslında. İsveç’ten Amerika’ya yeni gelmiştim, bir prodüktörle kayıt yapıyorduk. Bir solonun kaydından sonra “Bu çok güzel dostum ama bir kayıt daha alalım. Bu defa daha az nota olsun, daha yavaş olsun, biliyorsun, ‘az çoktur’ derler” dedi. Ben İsveç’ten yeni gelmiş, düz mantık kuran bir adamım ve resmen cümleyi yanlış kurduğunu düşündüm. “Yani, çok çoktur demek istiyorsun değil mi, yoksa az azdır mı…” diye yanıt verdim. Reaksiyonu çok komikti. Ama diğer yandan benim müzikal anlayışımı da iyi özetleyen başka bir deyiş oldu “Çok çoktur”.
Diğer yandan “Az çoktur” anlayışında da parçaların var aslında. “Angels of Love” albümünün tamamı ya da ‘Dreaming’, ‘Crying’ gibi parçalarında bunu görebiliyoruz.
Tabii ki. Konçerto albümümde de öyle. Evet, uçlarda olmayı seviyorum ama müzik sinema gibidir. İnişler çıkışlar olmalıdır. Sadece tek duyguda ilerleyemez. Dinamikler değişmelidir. Bu arada o tavırda konserler de veriyorum bazen, akustik falan. Ama çoğu zaman, bir noktada tam elektrikliye geçiyoruz!
‘Crying’ parçasından özellikle bahsettim çünkü benim sabah uyanma müziğim o.
Oww, bunu duymak çok güzel.
Sizin böyle, uyandığınızda dinlemeyi sevdiğiniz bir şarkı var mı?
Açıkçası bir uçak falan yakalamam gerekmiyorsa alarm kurmuyorum. Güneşin doğuşuyla uyanmayı seviyorum. Gündelik hayatımda da artık pek müzik dinlemiyorum. O sırada üzerinde çalıştığım şarkıların kayıtlarını dinliyorum arabada ve evde. Çünkü artık öbür türlü müzik dinlemek bana biraz pasif geliyor. Müzik yerine kitap okumayı veya film izlemeyi tercih ediyorum. Ama yeni filmler değil de eskileri izliyorum hala.
Bize film önerir misin?
Alien serisinin hayranıyım. Yeni dönemden Ferrari filmini önerebilirim. Çok iyi oyunculuk. (Adam Driver gerçeği tabii)
2000’lerin başında Joe Satriani ve Steve Vai ile birlikte G3 konseptinde turneye çıkmıştın. Daha sonra live albüm Rocking in the Free World de geldi o turneden. O turneyi nasıl hatırlıyorsun?
Muhteşemdi. Şöyle oldu her şey: 80’lerde iyi gitar çalmak, solo gitarlar önemli bir şeydi. Sonra, 90 başlarında grunge akımıyla birlikte bizim tarzda gitar çalmak bir anda demode oldu. Çok karanlık zamanlardı. Derken 2000 başlarında, oğlumu bilgisayar oyunu dükkanına götürmüştüm. Oradaki adam, “Şu yeni oyunu gördün mü?” deyip plastik bir gitar gösterdi. Üstünde üç düğme mi ne. Guitar Hero oyununu gösterdi, ekrandaki renkli notaları mı ne yakalamaya çalışarak o plastik gitardaki düğmeye basıyorsun falan. Dehşete düştüm! Bu ne böyle? Nereye düştük biz? Ama sonra beklenmedik bir şey oldu. O oyunda Aerosmith gibi eski tarz grupların müziklerine yer verdiler ve bir anda bizim tarzımız gitara yeniden ilgi duyulmaya başlandı. Çok acayipti. Derken Joe Satriani aradı beni, “Görüyor musun olanları?” dedi, “Evet” dedim. “G3’ü bizimle yapar mısın?” diye sordu, “Tabii ki” dedim. Haha. Ondan sonra hard rock ve heavy metal tekrar çıkışa geçti.
Çok güzel hikayeymiş…
Aslında ben bu süreçten iki defa geçtim. 70 ortalarında punk müzikle birlikte o anti-müzisyenlikle karşılaşmıştık, birkaç yıl iyi gitar çalmak havalı bulunmadı, sonra 80’lerde yine yükselişe geçtik, 91’de aynı antimüzisyenlik yeniden hortladı. Bakın ben kimseyi eleştirmiyorum, eğer bu tarzı seviyorsanız, ne mutlu size. Ama ben bir müzisyen olarak müzisyenlik kalitesinin düşüşünü doğru bulmuyorum. Şu an ise hiçbir trend yok, bir radyo formatı, hiçbir şey yok.
Geçen sene Guitar Magazine’de The Smiths’in gitaristi Johnny Marr’ın sizin için ne dediğini okumuş muydun?
Hayır.
Hmm. (Burada Marr’ın söylediğini söyleyecekken vazgeçtim, çünkü çok sert bir demeç. “Yngwie Malmsteen gibi insanlar bir an evvel unutulmalı. Müzikle bir alakası yok onların” demişti) Okumadıysan sorun yok, konuşmasak da olur…
Ne demişti?
(Biraz yumuşatarak söylüyorum) “Hızlı çalmak müzik değildir” falan filan…
Biliyor musun, hiç sorun değil. Ben de akortsuz gitarla çalmak ya da sadece iki akort bilmek müzik değildir diyebilirim. İnsanlar düşündüklerini söyleyebilmeli. Ama mesela sadece hızlı çalmaktan ibaret olduğumu düşünüyorsa bu onun cehaletidir. Melankolik, yavaş birçok parçam da var konuştuğumuz gibi. Ben şöyle bakıyorum, bunca yıl hakkımda çok güzel şeyler de söylendi, çok kötü şeyler de. İkisi de beni hiç etkilemedi. Çünkü ben hangi konularda iyi olduğumu, hangi konularda kötü olduğumu biliyorum. Birinin bana bunu söylemesine gerek yok. Biri bana Yngwie sen sadece hızlı çalıyorsun derse, ya kulağı yoktur, işitemiyordur ya da beyni. Mutfağıma girdiğimde yerde bir hamamböceği görürsem sadece onu gördüm diye bütün günümü mahvedemem, bir tane böcek işte, hayatıma devam ederim. Ben zaten kendimin en sert eleştirmeniyim. Eğer başkalarının söylediğine göre ya da değişen modalara göre eğilip bükülürseniz o zaman 40 yıl sonra da önemsenen bir sanatçı olamazsınız. Özgüveniniz, vizyonunuz ve durdurulamayan bir tutkunuz yoksa okyanustaki bir gemi gibi kaybolur gidersiniz.
Yine o Rick Beato röportajındaki bir andan bahsetmek istiyorum. Bir klasik müziği örneği verecektiniz gitarla, sonra bir pasaj çaldınız, durdunuz “Bu yanlış oldu, bu bana ait” dediniz.
O gerçek bir andı. Gerçekten yanlışlıkla çaldım. (Melodiyi ağzıyla yapıyor burada) Bu bana aitti, çalmak istediğim ise şuydu. (Melodiyi ağzıyla yapıyor) Bu da tabii ki Bach’a ait. Bach benim için zaten müzikteki en yüksek noktadır. Aşılamaz.
Peki sizce sizin eserleriniz de bundan 100 yıl sonra Bach’ın eserleri gibi klasik olup, hatırlanmaya ve dinlemeye devam edecek mi?
Umarım öyle olur. Gerçekten isterim öyle olmasını.
O röportajda tam o anda ben öyle olacağını hissettim. Çünkü hata yaptığınızı söyleyip düzeltmeseniz herkes o melodinin bir klasik müzik parçası olduğunu düşünmeye devam edecekti…
Tabii ki Bach ve Vivaldi gibilere büyük şükranlarımla, onların müziğinden çok ilham aldım, asla kopyalamadım ama ilham aldım.
Son olarak Temmuz’daki konsere dönelim. Parabellum albümünden de çalacaksın bu konserde. Bizi neler bekliyor?
Bu albüm beni tamamen mutlu etti ama tabii ki turnede baştan sona bu albümden çalmayacağım, öyle bir şey yapmam. Zaten bu yıl ilk albümümün 40. yılı. Onu da kutlayacağım. Ayrıca bence albümler film gibidir, filmi banttan baştan sona izlersin. Ama konserler Broadway şovları gibi olmalıdır. O yüzden şimdilerde şöyle yapıyoruz, konserden yarım saat önce grup üyeleri odama geliyor, birlikte bir setlist oluşturuyoruz, asla bir gece öncekiyle aynı setlist olmuyor, sonra o listenin print’leri alınıyor, sahneye yapıştırılıyor. Ama konser başladığında o anki havama göre o liste de değişiyor!
Eskiye oranla daha özgürsün?
Kesinlikle. Seyirciyi daha iyi hissediyorum, mesela o anda bir enstrümantal parça da mı istiyorlar, yoksa vokalli bir parçanın sırası geldi mi, hemen anlıyorum. Grup üyelerime de söylemiyorum ama şarkıyı değiştirdiğim anda bana uyum sağlıyorlar, hepsi çok iyi müzisyenler. Bugüne kadarki tüm Türkiye konserlerim harika geçti, bu da öyle olacaktır. Okullar da kapandı, hadi herkesi bekliyorum!