Multidisipliner bakış açısıyla özellikle İtalya’da sinema, moda, müzik ve edebiyat alanında işler üreten Zion Lacroix (Doğa Vurgun) ile bu zamana kadar yaptığı çalışmalara dayanarak sanat dolu bir sohbet ettik. Zion Lacroix’in kim olduğundan, bugüne dek neler yaptığına ve gelecek planlarına dair uzun bir sohbet için sizi de söyleşimize alalım!
Batıkan BAKSI / [email protected]
İlk olarak seni hiç tanımayan insanların kafasındaki soruları dağıtmakla başlamak istiyorum konuşmaya. Zion Lacroix’i birkaç cümlede anlatacak olsan, kendini nasıl tanıtırdın?
Zion Lacroix, düşünülenin aksine yalnızca bir mahlas olmaktan ziyade, içinde görsel, işitsel ve düşünsel birçok farklı ekolden çeşitli izler barındıran bir ide. Zion Lacroix, aynı zamanda bir insan veya persona değil, tipografik ve kolektif bir çatı. Altında özgürce ve etiketlerden uzak bir şekilde barınmayı, üretmeyi ve yıkmayı seviyorum.
“Zion Lacroix” ismi, kökeninde hem popüler kültür hem de sıradışı bir esin taşıyor. Bu ismi seçme sürecini ve kimliğinde yarattığı etkiyi biraz anlatır mısın? Bu isimle kendini yaratıcı olarak daha özgür hissettiğini düşünüyor musun?
Zion Lacroix ismini çok uzun bir süredir kullanıyorum. Aslında ilk başta bu isim Zion Fluke’ydi. Zion ismini, çocukken izleyip çok etkilendiğim “Matrix” filminden almıştım. Filmde, Zion adındaki kurtarılmış şehirde geçen bir dans sahnesi vardı. Orada çalan şarkı ise Fluke adlı grubun ‘Zion’ şarkısıydı. Sonraları daha temiz bir sayfa açmak istedim çünkü internette Zion Fluke olarak aratıldığında çoğu zaman bu müzik grubu çıkıyordu, bu yüzden farklı bir soyad kullanmak istedim. Amerikan porno aktrisi olan Remy LaCroix’nın soyadı hoşuma gitti, o zamanlar Fransız lisesinde okuyordum. İçime sindi, devam ettim.
Aslında yaptığına “Audio/visual storytelling” diyorsun. Peki bu tutku senin için nasıl başladı ve bu anlatım biçiminde en çok hangi unsurları özgürce ifade edebildiğini düşünüyorsun?
Bu tutku benim için 7-8 yaşlarında başladı. Her daim yazmaya (uydurmaya), yaratmaya, müziğe ve harekete ilgi duydum. Kendimi en özgünce ve korkusuzca yazı yazarak ifade ettiğimi düşünüyorum. Hep yazdım. Her şey yazdıklarımdan başladı. Sonrasında bunu görsele ve işitsele dökmeye çalıştım. Şimdi işim gereği görsel projeler üzerine odaklanmış durumdayım. Fakat kendimi bildim bileli yazıyorum. Kendi ismim ile veyahut uydurma bir sürü isim altında. Neticede kimin yazmış olduğunun bir önemi yok. Bugüne kadar internette, fanzinlerde, sözlüklerde, forumlarda uydurma isimlerle sayısız hikaye yayınladım. Korku hikayeleri, itiraflar, günceler, denemeler, erotik hikayeler, bilinç akışları, vesair. Farklı insanların gözünden, farklı insanların hatta varlıkların gözünden yazılmış sayısız hikaye.
“Altılılar”, bana kimsenin inanmadığı dönemlerde yılmamam gerektiğini öğretti…”
Çok kez ret yiyen ama senin hiç yılmadığın bir kısa filmin var: “Altılılar”. Bu filmin yapımında ve sonrasında ne gibi deneyimler kazandığını düşünüyorsun? Bu kadar reddedilmeye rağmen hâlâ umutlu hissettiğini duymuştum. Bu konudaki azmini hırsla mı tanımlarsın?
“Altılılar” konusunda asla tarafısız olamadım ve sanırım asla da olamayacağım. Bu projeyi çok yakın arkadaşım olan sanatçı Lara Kalecik ile birlikte yaptık ve yeri benim için hâlâ çok özel. Nasıl koşullarda yapılmış olmasının, bütçesinin, kalitesinin, yollandığı festivallerin veyahut aldığı cevapların benim için hiçbir önemi yok. “Altılılar” benim için hayatımdaki bir evrenin kapanışını ve açılan yeni bölümün aralığından sızan ışığı temsil ediyor. “Altılılar” benim hayatımda bir dönüm noktasıdır çünkü bana kimsenin inanmadığı dönemlerde yılmamam gerektiğini öğretti. Kendime inanmayı ve gelen küçümseyici yorumlar karşısında dik durmayı öğrendim. Profesyonel olarak bir başarı elde etmemiş olması bu filmin benim gözümdeki değerini asla düşürmüyor. O filmde emeği geçen tüm insanlarla çalıştığım için gerçekten çok mutluyum. Doğru zaman geldiğinde “Altılılar”ı yapabildiğim en iyi şekilde tekrar çekeceğimi biliyorum.
Kısa metrajlarının dışında uzun metraj film çalışmaların da var diye biliyorum. Bu kısmın senaryolarını geliştirme sürecin nasıl ilerliyor? Uzun ya da kısa metrajlı projelerinde izleyicilere ne tür yeni fikirler düşündürmeyi veya hisler yaşatmayı planlıyorsun?
Ben İtalya’da daha çok moda alanında işler üretiyorum. Üzerinde çok uzun zamandır çalıştığım bir uzun metraj filmim var. İnce eleyip sık dokuyorum. Projelerimde benim için vazgeçilmez olan en önemli detay “boşluklar”dır. Kendi bilincimdekini yazıya, müziğe veyahut filme aktarırken, kafamdakinin tamamını aktarmamaya özen gösteriyorum. Boşluklar bırakılmalı. Boşluklar önemlidir. İzleyicinin, okuyunun veyahut dinleyicinin bırakılan boşluklarda kendine güvenli bir alan yaratabilmesi önemlidir. Ürettiğimiz işler, bunu tüketen ve sindiren insanlar sayesinde kıymet bulurlar. Hazmedilmesi zor, tek tip, katı ve blok işler üretmeyi sevmiyorum.
“Paradoksal olarak boğuldukça kendimi daha güvende ve rahat hissediyorum…”
Bir de yazar yönünü irdelemek istiyorum ben. İlk kitabın “Marf Orfası” ile başladığın yolculukta, bilinç akışını tercih etmenin özel bir sebebi var mı? Bu anlatım biçimi, senin için gerçek ve kurmaca arasındaki sınırı nasıl bulanıklaştırıyor?
“Marf Orfası” aslında ilk kitabım değil fakat yasal olarak “basılmış” ilk kitabım. Bir “şey”lere bürünmeyi oldum olası hep sevdim. Hâlâ oturduğum kafelerde, önümden geçen insanların pabuçlarına girip hikayelerini yazarım. Bu beni biraz da farklı bilinçlerin içinde boğulmaya itiyor. Paradoksal olarak boğuldukça kendimi daha güvende ve rahat hissediyorum. Böyle hissettikçe de saydamlaşıyorum. Okuyucunun belki de koskoca sayfa veya bölüm içinde yalnızca “o” cümleye kendini yakın hissetmesi benim için çok ama çok değerli.
Duydum ki 2025’te ikinci kitabını çıkarmayı planlıyormuşsun. Çıkarmayı planladığın ikinci kitabın hakkında biraz bilgi alsak mı? Bu kitapta okuyucuları neler bekliyor?
2025’te çıkarmayı düşündüğüm kitabım ise yine “Marf Orfası”na benzer bir dizgiye sahip. Amacım birilerinin içindeki “bana da böyle oluyor” hissini tetiklemek. Paylaştıkça birbirimize yaklaşıyoruz.
“Her şeyi de yapıyor” zihniyeti içimizdeki şeytandır!
Çok yönlü bir sanatçısın, o yüzden müzik hakkında da konuşmasak olmazdı. Müzik alanındaki çalışmalarında belirli bir türe bağlı kalmamayı tercih ettiğini söylüyorsun. Turkish darkwave bir çalışmanın hazırlığındasın bildiğim kadarıyla. Müzikal üretim yaparken seni neler tetikliyor?
Müziği hiçbir zaman profesyonel olarak yapmadım fakat her zaman için değişilmezim oldu. Sonuçta sanatın tüm dalları birbirine bağlıdır. Kimi bunu maymun iştahlılık veyahut açgözlülük olarak görebilir. “Her şeyi de yapıyor” zihniyeti, içimizdeki şeytandır. Üretimin limiti olmamalı, bir insan elinden gelenin maksimumunu, elinden gelen her alanda üretmeli. Buna köstek olanlar veyahut eleştirenler olacaktır; Atatürk’ün dediği gibi, “Sonra da onlara güleceksin” Müzik konusunda çok sevdiğim insanlarla çalışıyorum, birlikte yeni şeyler keşfediyoruz. Bunu öğrenmek ve iyi hissetmek için yapıyorum. Bugüne kadar Emre (Grena) ile birçok şarkı yaptık, kendisi inanılmaz bir insan, kafası çok hızlı çalışıyor ve birlikte öğrenmeye çok açık. “Falanlar” adlı şarkıyı hayata geçirmemi sağlayan kişi kendisidir. Öte yandan çocukluk arkadaşım olan Bora (torabosun) ile hâlâ aktif olarak müzik yapıyoruz. (2004’te kurmaya çalıştığımız “Gabriel” adlı gruptan beri) Kendisi Gökçe Güzel ile olan projesinden sonra aktif müziği bıraktı. Biz yine, maddi ve profesyonel bir kaygı olmadığı için birbirimizi beslemeye ve üretmeye devam ediyoruz. Aramızda sadece müzik alanında değil mizah, edebiyat, hayat görüşü olarak da fevkalade bir kimya var. Şu an üzerinde çalıştığımız son şarkı olan ‘D.E.H.B.‘ umarım ki yakında Merluzzo Records etiketiyle çıkacak. Sonrasında gelecek olan şarkılar da var fakat onlar genel hayat yoğunluğundan dolayı yeni yılı bulacak diye düşünüyorum.
Müzik, sinema ve edebiyat arasında sürekli bir iletişim kurmaya çalıştığını söylemişsin birçok kez. Bu disiplinler arasında nasıl bir bağ kuruyorsun? İzleyiciler, okuyucular veya dinleyiciler, bu projeler arasında nasıl bağlantılar kurmalı sence?
Küçüklüğümden beri tek amacım, kendi kolektifimi oluşturabilmek. Yaşarken veya öldükten sonra, şans eseri de olsa bir kişi bile yaptığım işleri kurcalarsa, aradaki bağlantılardan çokça şey ö renmesini, aydınlanmasını isterim. Kişi detaylara rastladıkça bağlantılar kursun ve eğlensin isterim. Ürettiğim her işi bir şekilde birbirine iliştirerek bir labirent yaratmaya çalışırım.
Avrupa’nın dışına açılmayı düşünüyor musun? Mesela Amerika kıtasında da Zion Lacroix ismini görmemiz mümkün mü önümüzdeki aylarda ya da yıllarda?
Evet düşünüyorum hatta çalışmalara başladım bile. Amerika’da, Japonya’da, Kore’de ve birçok şehirde Zion Lacroix görmemiz mümkün. 2018’den beri dünyanın neresine gidersem gideyim, yanımda taşıdığım sticker’larım var. Onlara okyanus aşırı ülkeler dahil tahminimce 100’ü aşkın şehirde rastlamamız mümkün. İlginç ülkelerden ilginç insanlarla iletişime geçmemi sağlayan bu sticker’lar sayesinde, kendimi hiç beklemediğim projelerin içinde bulur oldum. Buna kişisel ve minik bir manifesto olarak başlamıştım, olay kontrolden çıktı.
2025 yılında daha çok hangi alana yönelmeyi düşünüyorsun? Seni daha çok hangi sanat dalında göreceğiz? Veya hepsinden biraz mı diyorsun?
Hepsinden biraz var. İşim gereği çok fazla moda projesi üreteceğim. Üzerinde hâlihazırda çalıştığım şarkılarım var. Kitabımı ise yine 2025 yılında çıkarmayı hedefliyorum. Bunlar dışında insanlarla daha aktif şekilde etkileşime gireceğim (muhtemelen İstanbul’da) workshop’lar vermeyi düşünüyorum. İnsanlarla iletişim kurmayı seviyorum, onlara elimden geldiğince yol açabilmek istiyorum.